Marmaray projesinin hayali, 1902 yılına kadar uzanıyor. Boğaziçi'nin altına yapılan
tüp geçit ile
Asya ve
Avrupa’yı denizin dibinden birbirine bağlayan, kara üzerinde 30’dan fazla istasyonla
İstanbul’a alternatif bir
ulaşım
güzergâhı yaratan bir ulaşım projesi. Böyle bir ulaşım projesinin
hayali 20. yüzyılın başına kadar uzansa da ancak 2004 yılında somut
adımlar atıldı. 76 kilometrelik bir güzergâh çizildi. Bunun 13
kilometresi denizin altında.
Fakat binlerce yıllık tarihiyle ve kültür birikimiyle dünyanın gözdesi olan İstanbul’un 'altı' elbette boş değildi. Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın
yaptığı bir açıklamada “çanak çömlek” olarak dile getirdiği arkeolojik
bulgular yerin 12 metre altında gün yüzüne çıkma şansına erişmişti.
Erdoğan, “Basit çanak çömlek hikayesi bize 4 sene kaybettirdi,” derken
yiten zamandan dem vuruyor ama zamanın akışında dönüm noktalarından
birini belli ki şimdilik o kadar önemli bulmuyordu. Kazıları yakından
takip edenlerin verdiği bilgilere göre bazı kazı alanları, yapılan
çalışmalar “yeterli” görülerek kapatıldı. Bu durum bazı bilim insanları
tarafından normal karşılanırken, diğerleri “hükümetin baskısından” söz
ediyor.
Çünkü Başbakan bundan iki yıl önce de arkeolojik buluntulara
“tepkisini” dile getirmişti: “Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek
çıktı, yok şu çıktı bu çıktı ile önümüze engeller koydular.”
İstanbul'un yerleşim tarihi yeniden yazılıyor
Erdoğan, şu an protokolü yenilendiği için durdurulmuş olan
Yenikapı
kazılarının yeniden başlamasının beklendiği bir dönemde “çanak çömleği”
neden gündeme getirdi bilinmez ama buluntuların değeri elbette
tartışılmaz.
Kültür Bakanlığı’nın yaklaşık 10 yıldır yürüttüğü ve 60 bin
metrekarelik bir alana yayılan kazılarda ortaya çıkarılanlar,
İstanbul’un yerleşik yaşama geçiş tarihini bir kere daha teyit ediyor.
Dünyanın en büyük gemi filosu buluntusunu gün yüzüne çıkarılıyor ve
bundan 8500 yıl öncesindeki yaşamın eşsiz ipuçlarına erişiliyor.
Arkeologlar Derneği İstanbul Başkanı ve
İstanbul Üniversitesi
Prehistorya Bölümü'nde öğretim üyesi Doç. Dr. Necmi Karul, buluntular
sayesinde elimize geçen yeni bilgileri anlatıyor: “İstanbul’daki
yerleşik hayatın bugünden 8500 yıl öncesine dayandığını Yenikapı
kazıları bir kez daha kuvvetli bir şekilde teyit etmiş oldu. 50’li
yıllarda Fikirtepe, 80’li yıllarda
Pendik’te
yapılan kazılarda yerleşimin bu kadar eskiye dayandığını biliyorduk ama
Yenikapı bize bunu bir kere daha gösterdi.” Yenikapı kazısı sayesinde
bulunan 36 gemiden oluşan gemi filosu ise dünya literatüründe belki de
bir ilk. Hem buluntuların sayısının çokluğu hem dokuların bozulmadan
kalmış olması büyük bir şans olarak görülüyor.
Yüzyıllar boyunca kullanılmaya devam eden Yenikapı limanının büyüklüğü
ve tarihi hakkında bilgi vermesi açısından önemli. Bilim insanları ve
arkeologlar, Constantinopolis’in Theodosius Limanı’nın, bu antik kentin 4
ile 7. yüzyılın başlarındaki en büyük ticari ulaşım merkezi olduğunu
belirtiyorlar. Karul, “Bu gemiler sayesinde, İstanbul’un dünya ticaret
sistemi içindeki yerini, ticareti yapılan nesneleri bilme şansımız”
olduğunu söylüyor.
Avrupa tarihi buradan geçiyor
Bunun yanında
Bizans Dönemi'ne ait, 13. yüzyıla tarihlenmiş kilise kalıntısının,
proje
bitiminde tekrar kurulmak üzere duvarları kesilerek kaldırıldığı
verilen bilgiler arasında. Karul, Neolitik Çağ'ın, endüstri devrimine
kadar olan dönemde yaşam biçimlerini belirleyici nitelikte olduğunu
belirtiyor ve bu nedenle bu döneme ait buluntuların tarihi anlamak için
önemli olduğunu vurguluyor.
Avrupa tarihi açısından da
Anadolu’dan kültür aktarımını anlamaya yardımcı olacağını söylüyor. Bunun yanında İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nin
internet
sitesinde yer alan bilgiye göre Yenikapı kazılarında Neolitik Çağ'dan
başlayıp, kesintisiz olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık
tutan 35 bin eser belgelendi.
Hayvan kalıntıları müzeye
Yine Yenikapı’daki kazırlarda ortaya çıkan hayvan kalıntılarının bir
müzede sergileneceği söyleniyor. Neolitik Çağ'dan kalma yemek
kalıntıları, dönemin insanının ne yediğini veya hangi gıda maddelerinin
ticaretinin yapıldığını ortaya çıkarması açısından eşsiz.
Dünyanın önde gelen bilim insanlarını heyecanlandıran ve büyük bir
bilgi hazinesi sunan bu kazılarla tarih bilgimiz ne kadar değişecek
henüz bilmiyoruz. Ama bu çalışmaların yukarıda bahsettiğimiz küçük bir
kısmı bile ortaya çıkan buluntuların ne kadar önemli olduğunu
gösteriyor. İstanbul’un taşının, toprağının altın olmadığını geçen
yıllar bizlere öğretti ama toprağının derinliklerinde büyük hazineleri
gizlemeye devam ettiği kesin.