olabilir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
olabilir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Gece uyanıp Başbakan’ın konuşmasını dinliyor ve üzülüyorsam, bir şeylerin değişmesi gerekiyor demektir

JAN29

Sosyolog Prof. Dr. Nilüfer Narlı ile eyleme katılan öğrencilerden Yiğit Ergeçen, Savaş Özdemir ve Ayşe Çalışkan sohbet ettiler

“Gece uyanıp Başbakan’ın konuşmasını dinliyor ve üzülüyorsam, bir şeylerin değişmesi gerekiyor demektir”
SOFRADA BAŞ BAŞA / Fotoğraflar: HÜSEYİN ÖZDEMİR
Her hafta bu sayfalardaki “Sofrada Baş Başa” sohbeti bu kez Gezi Parkı’ndaydı. 90’lı üç öğrenci ile kahvaltıda buluşan Prof. Dr. Nilüfer Narlı:
“7 Haziran sabahı eyleme katılan üniversiteli gençlerle buluştuk. Onların ne istediğini, onların dünyayı nasıl algıladığını onların nasıl sokağa çıktığını çok merak ediyordum. Harika bir sohbet gerçekleştirdik. Ben bu sohbette az konuştum, onları dinledim. Biz eski kuşak, yeni kuşaklardan öğreniyoruz. Yani onları daha fazla anlamam gerektiğini düşünüyorum. Siyasetçilere de buradan mesajım: Gerçekten talepleri dinleyin gençlerin ne istediğini bilin. Ve lütfen kimse onları ‘CIA’in çocukları’, ‘faizci lobisi’, ‘illegal örgüt’, ‘çapulcu’ diye yaftalamasın. Ben bugün her insanın bir hazine olduğunu tekrar keşfettim.”
Nilüfer Narlı: Öncelikle sizi tanımak istiyorum.
Yiğit Ergeçen: 22 yaşındayım. Teksas’ta Rice Üniversitesi’nde Mimarlık ve Sanat Tarihi okuyorum.
Nilüfer N.: Ne zamandır İstanbul’dasınız?
Yiğit E.: Mayıs başından beri İstanbul’dayım ama olaylara cuma günü akşamından itibaren katılmaya başladım. Biraz daha hızlanmaya başladığında...
Nilüfer N.: Niçin sokağa çıktınız? Sizi tetikleyen ne oldu?
Yiğit E.: Yani artık biraz sıkıldık diyelim.. Olanların hepsi biraz fazla gelmeye başladı. Özgürlüklerimizin gitmesi, kamusal alana verilen zarar... Sonuçta insanların gelip eğlendiği bir yerin alışveriş merkezi olması kabul edilebilir bir şey değildi. Onun dışında cidden birikmiş bir şeyin ortaya çıkması denebilir gerçekten.
Savaş Özdemir: 19 yaşındayım. Özyeğin Üniversitesi İşletme Bölümü’nde okuyorum. Olaylara ilk gün katıldım. İkinci gün polisin arkadaşlarımızın çadırlarını yakmasıyla birlikte ben de merak edip geldim. Medyada da hiçbir şey yoktu
o gün. Geldim ve gördüm. Polislerin gerçekten insanlara durduk yere gaz attığına şahit olunca arkadaşlarıma destek vermenin ahlaki bir sorumluluk olduğuna karar verdim. Bunun dışında şöyle bir şey var; uzun bir süredir iktidar partisi kendi dışındaki insanların özgürlüklerini ve yaşam alanlarını soyut manada kısıtlıyordu. Sokakta içki içemiyorduk son yasaklarla birlikte. Zaten uzunca bir süredir kültürel olarak içmemiz belli bölgeler dışında çok sıkıntılıydı. Onun dışında metroda öpüşen gruba satırlarla saldırılması, öpüşen çifte anonslarla uyarı yapılması... Gezi Parkı, İstanbullu olan herkesin geldiği, keyfini çıkardığı bir yeşil alan ve somut olarak bu şeyin de yok edilmesi tepkinin bir anda odaklanmasına sebep oldu. Biz de genciz, öfkeleniyoruz.
 
“İnsanların birbirine nasıl destek olduklarını gördüm”
Ayşe Çalışkan.: 22 yaşındayım. Boğaziçi Üniversitesi’nde Uluslararası Ticaret’te son sınıfta okuyorum. Buraya geldim çünkü insanlara destek vermek istedim. İlk gün hiçbir şeyden haberim olmadı. İkinci gün arkadaşlarımdan duydum. Facebook’tan falan görüyoruz bir şekilde ama çok farkındalık yaratmadı. Sonrasında bu saldırılar olduktan sonra arkadaşım dedi ki “Haydi bir gidelim bakalım ne varmış.” Sonra aramızda “Gitsek mi, gitmesek mi? Acaba ne kadar doğru?” diye konuştuk. Çünkü daha önce hiç eyleme katılmamıştık. Böyle düşünürken birden böyle polisler geldi, biber gazıyla... Öyle olunca biz de katılmak istedik. Cumartesi günü kalabalık bir ortam vardı. Biz Hisarüstü’nden geldik, Taksim’e geçtik. Taksim’de baktık her şey yolunda, polisler geri çekilmişti, insanlar halay çekiyor. Herkes alkışlıyor falan. Sonra biz de Beşiktaş’a geçtik, oradan da Hisarüstü’ne geçeceğiz, öyle planladık. Birden polis geldi, gaz bombaları, insanlara dayak atıyorlar, bir yandan tutuklamalar... Ara sokaklara kaçıyoruz, orada da polis insanların üzerine gaz atıyor. Gerçekten çok korkutucuydu. Hayatımda ilk defa böyle bir şeye katıldım. Ama orada insanların birbirine nasıl destek
olduklarını gördüm.

“Artık o kadar çok ideoloji var ki ideoloji yok”
Nilüfer N.: İnsanların birbirine böyle destek olması sizde nasıl duygular yarattı?
Ayşe Ç.: Birlik ve beraberliğin hâlâ olduğunu düşündüm açıkçası. Çünkü orada öndeki insanlar bir yandan gazı yiyor, onlar çekiliyor arkadakiler geliyor. Tamam polise de, iki-üç kişi taş attı. Ama onların içinde de vardı öyle saldırgan tipler. Bize diyorlar ki “İçinizden onları çıkarın” O zaman siz de çıkarın, biz bunu nasıl yapabiliriz? Bu bir tercih meselesidir aslında. Yani insanın direkt üzerine atması, tutukladıktan sonraki dayaklar tercih meselesidir. Tamam, bomba atabilirsiniz ama insanların üzerine değil. İnsanları tutuklayabilirsiniz ama bu şekilde değil. Bunu düşünerek bir yola girdiğimizi düşünüyorum. Bunun dışında o akşam Beşiktaş’ta gerçekten çok büyük olaylar oldu. İnsanlar ellerinde ilaçlarla yardımcı olmaya çalıştılar. Kendisi göremiyor ama başkasına ilaçsıkıyor mesela...
Yiğit E.: Örgüt öne çıkıyor Başbakan’ın sözlerinde. Bizi birçok sıfatla tanımlamaya çalıştı, bunların arasında örgütçülük de var.
Savaş Ö.: Başta “CHP’liler” dedi. İçerdeki grubun CHP’lilerle hiçbir ilgisi olmadığı anlaşıldı. “Çapulcu” dedi. Alakasız insanlar oturuyor..
Savaş Ö.: “Faiz lobisi” olduk.
Nilüfer N.: “Faiz lobisi”, “CIA’in çocukları”... Ayrıca inanılmaz bir dezenformasyon var. Yeni sosyal hareketler Türkiye’de çok zayıf. Latin Amerika’da çok güçlüdür. Şimdi eski hareketler, eski sosyal hareketler direkt iktidarı değiştirmeye, iktidara gelmeye, devrim yapmaya çalışıyordu. Fakat yeni sosyal hareketler belli meseleler üzerinden hareket ederler ve yeni sosyal hareketler insan hakları söylemini kesinlikle dillerinden düşünmüyorlar. Mesela Latin Amerika sosyal hareketlerine baktığımızda onurları çiğnenen yerlilerin onurlarını iade etme gibi hareketler var. Yeni sosyal hareketlerde insan hakları söylemi çok önemli ve insanlar küresel bir tepki veriyorlar.
Savaş Ö.: Böyle bir şey aslında örgütlenerek çok zor. Örgütlerin kendi siyasal duruşları, ideolojileri vardır. Uluslararası düzlemde çok fazla yankı bulamazlar. Çünkü ideolojiyi ön plana çıkarırlar. Mesela eski eylemlerde, CHP eylemlerinde CHP sloganları, TKP eylemlerinde TKP sloganları duymaya çok alışığız. Ama bugün CHP sloganı da atılıyor, TKP sloganı da. BDP halay da çekiyor. Gerçekten o kadar fazla ideoloji var ki artık ideoloji yok.
Nilüfer N.: Evet ideoloji yok ama burada da ilkeler var. İnsan haysiyeti, özgürlük alanlarının daraltılmaması, insanların sosyalleşebileceği, kültürel aktivitelerini yapabileceği kent alanlarının şehrin efendilerinin kararlarıyla düzenlenmemesi... Şimdi burada şehirdeki insanlar şunu düşündü: Biz kentin efendisiyiz, bundan sonra yapılacaklarda lütfen bizim fikrimizi sorun.

Beyoğlu Belediyesi’nin neden sesi çıkmıyor?”
Ayşe Ç.: Metrobüsün rengine halkoyuyla karar veren insanlar, şimdi burayı yıkacaklarını söylüyorlar. Ama mesela ben şunu merak ediyorum; Beyoğlu Belediyesi’nin neden hiç sesi çıkmıyor? Bizim muhatabımız aslında Beyoğlu Belediyesi’dir. Onun da çıkıp bir şeyler söylemesi gerekir. “Olmaması gerekiyordu ama bize de baskı yapıldı, elimizde olmayan sebeplerle oldu, çok özür dileriz” gibi bir şey söylemesi gerekiyor bence.
Nilüfer N.: Evet bu çok güzel bir soru. Ben de bu soruyu soruyorum ama cevap bulamıyorum.
Savaş Ö.: Sessizliğiyle zaten bir şey söylemiş olmuyor mu? Şimdi bugün Beyoğlu Belediyesi de mesela “Hayır burada eylem yapmayacaksınız, biz burada AVM yapacağız, Topçu Kışlası yapacağız” deseydi, temelde renk belirtmiş olurlardı. Bugün herkes biliyor ki Türkiye’de parti içi demokrasi çok sıkıntılı bir noktada ve insanlar partileri içindeki üstten gelen emirlere çok fazla tepki gösteremiyor.
“Burası yapamadığımız üniversite şenlikleri gibi”
Ayşe Ç.: Buraya Şirinler köyü diyorlar ya, gerçekten öyle. Yapamadığımız üniversite şenliklerimiz gibi aslında...
Nilüfer N.: Çok yaratıcı
sloganlar var.
Savaş Ö.: İnovatif eylemler...
Nilüfer N.: İnovatif eylem. Kesinlikle katılıyorum.
Yiğit E.: Bir de bizim bu kadar karşı olmamızın sebebine gelirsek; yapılmak istenen şeylerinin “neden”i yeterince verilmediği için. Neden AKM’yi yıkıyoruz, neden buraya Topçu Kışlası yapılıyor? Bunları hiçbir zaman açıklaması gelmedi. Çünkü biz istiyoruz, çünkü Tayyip Erdoğan istiyor... Bir tarihi eser yeniden inşa edilebilir mi?
Nilüfer N.: Şimdi şöyle: İkinci Dünya Savaşı’nda biliyorsunuz, birçok Avrupa kentinde yıkılan bina tekrar inşa edildi. Savaş dönemlerinde olur, töarihi eser inşa edilebilir. Eğer o tarihi eser bir savaş sonunda yıkıldıysa... Ve insanlar o eserin siyasi hafızları için çok önemli olduğunu düşünüyor ve istiyorlarsa...
Yiğit E.: Yani bir anıt değeri olduğu zaman...
Nilüfer N.: Ama örneklere bakarsak onlar bazı binaların çoğu İkinci Dünya Savaşı’nda yıkıldığı için inşa edildi.
Savaş Ö.: O halka bir anlam ifade ediyormuş. Bugün bizim için Topçu Kışlası mı daha fazla anlam ifade ediyor, yoksa şehirde kalmış, Kuzey Marmara Ormanları’nı saymazsak, son parça yeşillik mi daha fazla anlam ifade ediyor? Buraya AVM yapılması, kapitalizmin son alanımızı da alması gibi geliyor.
Yiğit E.: Kültür merkezi olsa da değişen bir şey yok.
Savaş Ö.: Evet, her şekilde buradaki değerin yok edilmesi olacak yani.
Ayşe Çalışkan: “Bir şeyler yapmak istiyorum ülkem için. Şu anda böyle bir ortam var, katılmaktan başka bir şey gelmiyor elimden”
Yiğit Ergeçen: “Buraya Neden Topçu Kışlası yapılıyor? Neden AKM’yi yıkıyoruz? Bunların açıklaması gelmedi”
“Belki de artık putlara ihtiyacımız yoktur hocam?”
Yiğit E.: Topçu Kışlası neden yapılıyor? Buraya onu tekrar yaparak “Taksim artık bizimdir” imajı verilmek isteniyor bence. Burada bir alışveriş merkezi olmazsa devletin çok bir şey kaybedeceğini sanmıyorum.
Nilüfer N.: Hafızayla da ilgili. Siyasi hafıza ortak birleştirici referanslar üzerinden hareket etmenin önemi iyice ortaya çıktı. Eğer siyasi hafızada birtakım karışıklıklar varsa, bu bir binayla ilgiliolabilir, bir sultan ismi ile ilgili olabilir... O isimlerden vazgeçmenin önemli olduğunu ben de öğrendim. Bu eylemleri izledikçe ben de öğreniyorum. İnsanları dinliyorum, sizleri dinliyorum, öğreniyorum.
Siyasi hafıza karşıtı sembollerden kaçınmamız gerektiğini düşünüyorum.
Savaş Ö.: Türk tarihi o konuda çok acı çekmiş bir tarih. Siyasi sembollerin insanları bölmesi açısından, mesela İttihatçılar
ve sonrasında Kemalistler, Türkiye’de iktidarı ellerinde tuttular. Zamanında muhafazakar kesimin canını yakmışlar. Bu da bir gerçek mesela şu an çok fazla kişinin saygı duydugu Atatürk bile muhafazakar zihinde “İstiklal Mahkemeleri’nde bizi kestirmiş adam”, tırnak içinde söylüyorum.
Nilüfer N.: Ben Atatürk’ün hâlâ ortak bir referans olduğunu düşünüyorum.
Savaş Ö.: Bugün Türkiye halkı tamamen bütünleştirecek siyasi bir güç var mı bilmiyorum. Atatürk dendiğinde İslamcıların aklına ne geldiğini biliyoruz. Sosyalistlerde de Mustafa Suphi’ler geliyor. Çok fazla kişi onların gemisini batıran kişinin Atatürk’ün gemisiyle gittiğini düşünüyor.
Yiğit E.: Topçu Kışlası’nı da Atatürk’ün yıktırdığını...
Savaş Ö.: En fazla saygı duyulan, en fazla üzerinde birleşilen kişiler bile bizim konumuzda bir kesime acı çektirmiş olduğu düşünülen kişiler. Ya da artık belki putlara ihtiyacımız yoktur hocam?
Yiğit E.: Burası onu göstermiyor mu?
Nilüfer N.: Evrensel değerde buluşmakta yarar var.
Savaş Ö.: Ama umursamazca “Yavuz Sultan Selim” deniliyor yeni köprünün adına. Doğa katliamını bir kenara bırakıyorum hani Türkiye’de yaşayan Alevilerin gerçekten canını yakabilecek bir isim aslında
her duyulduğunda. Ama iktidar bunu umursamıyor ve yeni köprüye bu ismi koyuyor.
“70’ler ve 2000’ler Türkiye’si  iki farklı gezegen gibi”
Savaş Ö.: Ben dün hocalarımla konuşuyordum. Birisi bana “Siz çok cesur bir nesilsiniz. Biz o kadar değildik” dedi. Belki bizdeki cahil cesaretidir, sonuçta 80’i filan görmedik. Hocam dedi ki: “Biz de küçüktük, biz de görmedik. Sizde farklı
bir şey var. Bir umut var, bir şeylerin değişeceğine dair...” Önemli bir şey bence.
Nilüfer N.: 70’li yıllardaki eylemlerde insanlar bir örgüte üye olurlardı. Orada belli bir sosyalizasyondan geçer, belli bir teoriyle bilgilenir ve örgüt hiyerarşisi içerisinde hareket ederlerdi. Fakat burada insanlar hiçbir örgüt üyesi değil ve hayatlarında ilk defa birisi onlara “Sokağa çık” demeden sokağa çıktılar. En büyük fark burada. Kuşaklar olarak bakarsak
Z kuşağı dediğimiz kuşak çok hızlı öğreniyor. Onlar için hız çok önemli. Biz eleştiriyorduk “Kitapokumuyorlar” diye. Fakat o kitaptaki bilgiyi çok hızlı almak istiyor. Onlar için zaman çok daha farklı. Kendilerine güvenin de çok daha fazla olduğunu düşünüyorum. Çok daha kentliler... Tabii bazı olumsuzluklar var dil açısından; Türkiye’deki gençler istenen düzeyde konuşamıyorlar. Ama en önemlisi şu; inisiyatif alabiliyorlar. O yüzden
70’li yıllarda olduğu gibi bir örgütün onları yönlendirmesi, sosyalize etmesi gerekmiyor. Ve öyle bir dönemde yaşıyoruz ki onlar zaten sosyal medya üzerinden gündemi takip ediyorlar. 70’lerin Türkiye’si çok kapalıydı. Artık herkes dünyayı takip ediyor. Ve kendisiyle ilgili bilgileri hızla dışarı aktarabiliyor.
70’li yılların Türkiye’si ile 2000’li yılların Türkiye’si iki farklı gezegen.
Ayşe Ç.: Şimdi bakıyorum ne değişti diye... Gerçekten değişen birçok şey var. Üniversitelerde de aynı şekilde hocalarımız kendilerini daha çok geriye çektiler, siyasi tutumlarını göstermek istemiyorlar. Çok fazla değişim var aslında ortada. Böyle de bakılmalı. Mesela bireyler “Benim üççocuk doğurup doğurmayacağıma
karışma, benim kürtajıma karışma, benim çocuğuma nasıl davranacağıma, altı yaşında okula gönderip göndermeyeceğime hiçbir şekilde karışma” diyor. Bu sokakta nasıl yürüyeceğime, arkadaşımla nasıl konuşacağıma kadar beni sınırlıyor. Hatırlıyor musunuz 17-18 yaşında, voleybolcu bir kız otobüse şortuyla binmiş ve orada tartaklanmıştı. Sonradan ne oldu bilinmiyor. Böyle şeyler çok fazla var, birikim üzerine birikim.

Futbol gibi: Allah’ını seven defansa gelsin”
Nilüfer N.: Siz böyle şeylerle karşılaşıyor musunuz bir genç kız olarak?
Ayşe Ç.: Tabii ki. Yani derslerimde
bile karşılaşıyorum. Sonuçta kadrolaşma olduğu kesin.
Savaş Ö.: Bu mücadelenin bu nesilde daha fazla artmasında “Hayat futbola fena halde benzer” sloganı geçerli. Bir futbol takımı defansı ne zaman yapar? Karşı taraf saldırı yaptığında değil mi? Ne zaman “Allah’ını seven defansa gelsin” diye çağrı yapar insanlar? Karşı taraf organize bir atak yaptığında... Bugün bizim nesildeki özgürlük hareketinin bu kadar patlak vermesinin bir sebebi karşı taraftan sürekli saldırı. Yaşam biçimimiz kısıtlanıyor.
Gezi Parkı’nda bir tabak karpuzun fiyatı 5 TL. Çay 1 liraya satılıyor. Parka gelenler direnişi desteklemek için yiyecek getirdiği için bedava yiyecek de bulmak mümkün.
“Benim vatandaşlarım derken bana hitap ettiğini hissetmiyorum”
Yiğit E.: Meseleye mimarlık öğrencisi olarak da bakıyorum. Amerikalı bir yazar var, Jane Jacobs diye. Amerika’nın şehir tarihini yazmış. “Büyük Amerikan Şehirlerinin Yaşamı ve Ölümü” diye bir kitabı var. Demiş ki: “Şehirlerde yapılacak her şeyin halktan gelmesi ve halk için olması gerek.” Sonuçta burada halktan gelen bir şey yok. Burada halk buna karşı çıkıyor. Ve dolayısıyla buraya yapılacak bir şeyin yararlı olabileceğini düşünmüyorum.
Savaş Ö.: Halk tanımlarımız da birazcık çelişiyor iktidarla. Tayyip Erdoğan diyor ki; “Halk biziz, siz vesayetçisiniz, eski rejimin insanlarısınız. Siz halk değilsiniz, elitsiniz. Nişantaşı’da, Cihangir’de oturan elit kesim...” diyerek dışlıyor. Hani “zengin çocuk” dışlaması gibi...
Yiğit E.: Ötekileştirilmeye çalışılıyoruz yani...
Savaş Ö.: Bir realite değil bu.
Nilüfer N.: Şunu sorayım, bunu hissettiniz mi siz? Kendinizi ötekileştirilmiş hissettiniz mi?
Ayşe Ç.: Kesinlikle “Benim vatandaşlarım” derken bana hitap ettiğini düşünmüyorum.
Savaş Ö.: Şu var; Başbakan ve iyelik ekleri arasında çok ciddi bir ilişki var mesela. “Benim polisim” diyor, “eylemciler” diyor. Birini sahiplenirken ötekini, bizi, hak savunanları, toprağı savunanları ötekileştiriyor. Üsluptan da
bu tarz şeyleri çıkarmak o kadar zor değil.

“Gaz caydırıcı değil”
Ayşe Ç.: Aslında en büyük provokatör kendisi çünkü orada 2010’da PKK’nın yaktığı Türk bayrağını burada yakılmış gibi söyledi. Bu da çok yanlıştı. Dünkü konuşmasını izlediğimde, insanlar hep birbirlerini aradı. Yani ben gece vakti uyanıp da Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını dinliyor ve üzülüyorsam, buna tepki göstermek istiyorsam bir şeylerin değişmesi gerekiyor. 22 yaşında bir gencim, bir şeyler yapmak istiyorum ülkem için. Şu anda böyle bir ortam var, buna katılmaktan başka bir şey gelmiyor elimden, ne yapacağımı bilmiyorum.
Nilüfer N.: “Türkiye ile ilgili uykularınız kaçmaya başladıktan sonra ne yapabilirim?” diyorsunuz...
Savaş Ö.: Aslında hepimiz Gezi Parkı’nı savunmak istiyorduk ama 50 kişi vardı burada. Onların çadırları yakıldı, olaylar büyüdü. Tamam. Ama ilk gün neden 50 kişi vardı? Bu soruyu da sormak lazım. Bu kadar kişi şu an tepki veriyorsa bir hafta önce de verebilirdi.
Nilüfer N.: Ama belki tepki vermeye, sokağa çıkmaya çekiniyordu. Çünkü Emek Sineması olayını biliyorsunuz. Küçük bir grup sanatçı Emek Sineması’nın önüne gelmişti ve biber gazıyla karşılaşmıştı. Biber gazı da insanları caydırmış olabilir. Dediğiniz gibi bir farkındalık oluşmamış olabilir.
Savaş Ö.: Ben ilk gün gaz yedim, savunmasızdım. İkinci gün gaz yiyeceğimi bilerek geldim, üçüncü gün de... Çünkü ahlaki bir duruş için o gazı yemem gerekiyordu. Gaz o kadar caydırıcı bir şey değil. Asıl insanların gelmesini engelleyen şey, değişim adına bir umutlarının olmaması. Çünkü özellikle biz 90 nesli sosyal eylemlerle hiçbir şeyin değiştirildiğini görmedik. O yüzden başta “Ee ne olacak ki?” dedik. Sonra birazcık umudumuz olmaya başladı.
Nilüfer N.: Bu çok önemli. Umut kelimesinin gerçekten altını çizmek istiyorum. İçinizde o umut olduğu zaman daha fazla sokağa çıkarsınız
CIA, CHP, PKK, BDP, AKM, TKP, 2010, Tarz, Grup, Renk, İlaç, çocuk, Kitap, sanat, Parti, Yazar,medya, Taksim, Teksas, Avrupa, futbol, Tırnak, sultan, Marmara, diyerek, olmuyor, Sanatçı, gezegen,Amerika, Haziran, Türkiye, Beyoğlu, İstanbul, Beşiktaş, Facebook, olabilir, insanlar, Istanbul, Amerikan,istiyorum, yeterince, soruyorum, Nişantaşı, saldırgan, Alışveriş, biber gazı, Kesinlikle, bilmiyorum,yapabilirim, bulamıyorum, tarihi eser, Latin Amerika, İnsan Hakları, Beyoğlu Belediyesi, İkinci dünya savaşı,İstiklal Mahkemeleri, Boğaziçi Üniversitesi,

.http://www.varaktasarim.com/

continue reading

Kıyıya vuran ‘canavar' şaşırttı

JAN29


Yeni Zelanda’da kıyıya vuran bir canlı, ülkede şaşkınlığa neden oldu.

Kıyıya vuran ‘canavar' şaşırttı
Plenty Körfezine vuran 9 metrelik canlı, kumsalda yürüyen kişiler tarafından bulundu.Youtube'a yüklenen görüntülerle ne olduğu sorulan canlı kalıntıları, yeni bir tartışmaya neden oldu.

Çürümeye yüz tutan deniz canlısı ilk etapta “canavar” olarak algılanırken, halkın ‘dinazor olabilir’ iddiası sürüyor.
Yetkililer ise canlının ‘katil balina’ olduğu konusunda hemfikir.

http://www.varaktasarim.com/

continue reading

Aydın'da toplu arı ölümleri

JAN29

Aydın'da toplu arı ölümleri

Aydın merkez ve birçok ilçesinde bal arılarının toplu halde telef olması, emeklerinin karşılığında gelir bekleyen üreticileri sıkıntıya soktu. Arıların yüzde 40’ının telef olduğuna dikkat çekilirken bu yıl bal üretiminde yüzde 50 civarında verim kaybı oluşacağı tahmin ediliyor.

Aydın Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Salih Köksal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 1 haftadır kentin birçok noktasından arı ölümlerine dair şikayetler geldiğini belirterek, arı ölümlerinin nedenini öğrenmek için yoğun olarak görülen alanlardan numuneler alıp İzmirVeteriner Kontrol Enstitüsü Müdürlüğü’ne gönderdiklerini söyledi.

Köksal, "Halihazırda sorunun neden kaynaklandığını bilmiyoruz. Ekiplerimiz toplu ölümlerin görüldüğü bölgelerde incelemelerini sürdürüyor. Şu anda konuyla ilgili gerekli tüm tedbirler alındı, çalışmalar yapılıyor. İzmir’e gönderdiğimiz numunelerin sonuçları geldiğinde toplu arı ölümlerinin sebebini kamuoyu ile paylaşacağız" diye konuştu.

"Arıcılarımız dokunsanız ağlayacak durumdalar"
Aydın Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Zeki Altın ise arı üreticilerinin toplu ölümlerin şokunu yaşadığını ifade ederek, şunları kaydetti: "Aydın merkezi başta olmak üzere, Köşk, Yenipazar, Sultanhisar, Çine ve İncirliova ilçelerimizden toplu arı ölümleri ile karşılaşıldı. Birliğimize kayıtlı 200 bin üzerinde kovanımız var. Kayıtlı olmayanlarla birlikte bu rakam 350 bini buluyor. Tespitlerimiz devam ediyor ama şu ana kadar bunların yüzde 40’ında toplu ölümlerin görüldüğünü söyleyebiliriz. Aydın’da böylesi yoğun bir ölüm ile ilk defa karşılaşıyoruz. Arıcılarımızın çocukları gibi baktıkları ve bal getirmesini beklediğimiz arıların bu şekilde ölmesi emekleri boşa çıkaracak. Bu sene yüzde 40-50 civarında bir verim kaybı oluşacağını tahmin ediyoruz. Arıcılarımız dokunsanız ağlayacak durumdalar."
"Ölümlerin sebebi tarım ilaçları olabilir"
Toplu arı ölümleri ile ilgili olarak yoğun tarım ilacı kullanımından şüphelendiklerini dile getiren Altın, "Kesin numune sonuçları daha belli olmadı. Ancak ölen arıların dillerinin dışarıda olduğunu görüyoruz. Tecrübelerimize dayanarak ölümlerin tarım ilaçlarından zehirlenme sonucunda ortaya çıktığını düşünüyoruz. Öncelikli talebimiz arıya zarar vermeyen ilaçların kullanılması. Bu olmuyorsa ilaç atılacağı zaman arıcılara haber vermesi. Böylelikle kovanların o gün ağzı kapatılır ve dışarı çıkmayan arılar zarar görmemiş olur. Yetkililerin de bu konudaki duyarlılığı artırmak için çalışma yapmasını bekliyoruz" dedi.

Arıcılar şokta
Sultanhisar ilçesinde arıcılık yapan Rıfat Can, böylesi bir tabloyla daha önce hiç karşılaşmadığını belirterek, "Muazzam miktarda arı ölümü var. 40 yıldan beri bu işin içindeyim, hiç böyle bir toplu ölüm görmedim" diye konuştu.

İmamköy’de 25 yıldır arıcılıkla uğraşan Abdullah Abalı ise "1 haftadan beri devam ediyor. Ne yapacağımızı şaşırdık. Tüm kovanlarda ölümler var. Yetkililerden çözüm bekliyoruz" dedi.
Köşk ilçesinde 32 yıldan bu yana arıcılık yaptığını kaydeden Hüseyin Sarıpehlivan da "500 kovanım var. 3-5 gün içerisinde yoğun arı ölümleri ile karşılaştım. Önce sadece kendimde olduğunu sandım fakat daha sonra birçok yerde olduğunu öğrendim. Kovanlardaki arıların yüzde 40’ı öldü. Büyük zararımız var" ifadelerini kullandı.http://www.varaktasarim.com/

continue reading

Koşarak mı çıkacaklar

JAN29



PKK’nın sınır dışına çıkması konusunda son tarih olarak Öcalan’ın 16 Haziran’ı belirttiği iddialarının doğru olmadığını söyleyen BDP Eşbaşkanı Demirtaş, “Mantığı yok. Koşarak mı çıkacaklar? O tarihte çıkamayan kalacak mı?” dedi

Koşarak mı çıkacaklar?
AYDIN HASAN Ankara
Terör örgütü PKK’nın Avrupa ve Kandil sorumlularının, Abdullah Öcalan’ın çözüm önerileriyle ilgili mektuplarına verdiği yanıtların önceki gün devlet yetkililerine ulaştığı ve 3. BDP heyeti daha belirlenmeden İmralı’ya ulaştırıldığı öğrenildi. İstanbul’da istirahat eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la yaptığı 2,5 saatlik görüşmenin de ulaştırılan mektuplarla ilgili olduğu bildirildi.

Mektuplar gitti
Demirtaş, dün bir grup gazeteci ile BDP Genel Merkezi’ndeki makam odasında sohbet etti. Demirtaş, Öcalan’ın PKK’nın Kandil ve Avrupa ayağı ile BDP’ye yönelik gönderdiği mektuplarının yanıtlarının devlet yetkililerine teslim edildiğini belirterek, “Yanıtlar bize ulaştı. Heyet gitmeden İmralı’da hazırlık yapılması için yetkililere teslim ettik. Dün (önceki gün) ulaşmış olması lazım” dedi. Demirtaş’ın bu sözleri, Erdoğan’ın Ergin ve Fidan ile yaptığı görüşmenin de mektuplarla ilgili olduğu, süpriz zirvede İmralı’ya verilmeden önce mektupların değerlendirildiği şeklinde yorumlandı. Mektupların İmralı’ya gönderilmesi de BDP’nin Öcalan’ın yazdığı mektupları ve bu mektuplara gönderilen yanıtları İmralı’da doğrudan almadıklarını, bu konudaki aracılığı MİT’in yaptığını ortaya koydu.

Sadece 13 sayfa
Örgütün Avrupa ayağının mektubu 7 sayfadan oluşurken, BDP ile Kandil ise 3 sayfa tutan iki ayrı mektup kaleme aldı. Böylece üç mektup, beklenenden çok daha kısa ve toplam 13 sayfadan oluştu.
Demirtaş, mektupların içeriği ve uzunluğu konusunda bilgi vermezken, “Kürtlerin uzun yazması daha önce espri konusu olmuştu. Ama bu kez mektuplar uzun yazılmadı” diye espri yaptı.

Heyet de gitmeli
Demirtaş, Öcalan’ın mesajlarını Nevruz’da vermek istediğini belirterek, “Heyetle ilgili biz sorduk. İki gündür soruyoruz ama hala yanıt almadık. Bizim beklentilerimizi zaten biliyorlar.  Eşbaşkanların içinde olduğu bir heyet de olabilir, eski heyet de gidebilir. Sanırım Nevruz öncesi bir heyet gidip gelecek” diye konuştu ve hükümete çağrı yaptı.
Demirtaş, Öcalan’ın PKK’nın Türkiye’den çekilmesi konusunda oluşturduğu takvim çerçevesinde son günün 16 Haziran 2013 tarihi olarak belirlendiğini ilişkin haberlerin sorulması üzerine, şunları söyledi:
“En azından bu kısmı ile ilgili, 16 Haziran tarihiyle ilgili kesinlikle yanlış olduğunu söyleyebilirim. Bu işin mantığı yok. Nasıl çıkacaklar? Koşarak mı çıkacaklar, ne yapacaklar? Ta Erzurum’da olan var, Hakkâri’de olan var. 16 Haziran’da çıkamayan ne olacak, kalacak mı? 17 Haziran’da kalmış mı olacak? Mutlaka bir takvim vardır ama bir gün koymak mantıklı değil.”
Demirtaş, BDP’nin mektubunun içeriğinin sorulması üzerine, şu değerlendirmede bulundu:
“Bizim, DTK ve görüşme yaptığımız tüm çevrelerin ortak kanaati şudur ki tümüyle bu sürecin arkasındayız. Tereddütsüz bir şekilde arkasındayız. Sürecin ilerlemesi için de üzerimize düşen tüm misyonu, görevi yürüteceğimizi de biz belirtiyoruz. Bu sadece yazdığımız cevap mektubunda yer alan bir husus değil. Sadece sayın Öcalan’a verdiğimiz cevap değil. O cevaplar hükümet tarafından da okunuyor. ”

‘Stratejik değişiklik şart’
Demirtaş, Öcalan’ın çağrısıyla ilgili tahminde bulunurken, şöyle bir çerçeve çizdi:
“Silah bırakılması meselesi önemli ve kritik bir konu. Fakat Gültan (Kışanak) Hanım da belirtti. Bu eylemsizlik, geri çekilme, silah bırakma meselesi, konjonktürel olarak kanın durması açısından çok önemli. Bu beklentilerin artık hayat bulması gerekiyor. Bütün Kürtlerle, Türklerin değil ama Türk Devleti’nin ilişkisinin yeniden dizayn edilmesi gerekiyor. Bu dizayn yapılabilir mi? Bu taktik olan ateşkesten çok daha öte bir çağrı, staratejik bir çağrı olabilir bu nedenle. Devlet de artık Kürt-Türk ilişkilerinde stratejik bir değişiklik olması gerektiğini düşünüyor.”

2. Habur’a KDP engeli
PKK’nın skamu görevlilerin serbest bırakılması sırasında “2. Habur” görüntülerinin yaşanmaması için Kuzey Irak Kürt Yönetimi ve KDP’nin devreye girdiği ortaya çıktı. Ankara’nın, KDP’yle temasa geçerek kamu görevlilerinin serbest bırakılması ve Habur’a getirilmeleri sırasında KDP temsilcisinin bulunmasını sağladığı öğrenildi. Serbest bırakılmaların bir gün gecikmesinin de bundan kaynaklandığı bildirildi.  KPD’denin teslim alınmada eşlik etmesi önerisi açılım üzerinde çalışan uzmanlar tarafından getirildi. n TOLGA ŞARDAN Ankarahttp://www.varaktasarim.com/

continue reading

Erdoğan: Tutuksuz yargılanabilirlerdi

JAN29

Erdoğan: Tutuksuz yargılanabilirlerdi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, muvazzaf subayların yargılanması ile ilgili olarak, yeni bir düzenleme yapmaya ihtiyaç olmadığını bildirerek, ”Tutuksuz yargılama süreci devam edebilir. Ondan sonra hükmü verirsiniz. Ondan sonra da hükmün gereği icra edilir. Üçüncü yargı paketinin bu konuda yeterli olduğuna inanıyorum” dedi

Erdoğan: Tutuksuz yargılanabilirlerdi
ANKARA (AA)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ”Güney Kıbrıs  yönetiminin hala Akdeniz’deki bazı akıl almaz hayalleri şüphesiz ki bizimde  buradaki yaklaşım tarzımızı çok daha farklı hale getirmektedir. Burada Lübnan’ın  hassasiyeti inanıyorum ki ortak hassasiyetimizin de bir gereğidir” dedi.
         Başbakan Erdoğan ve Lübnan Başbakanı Necip Mikati, Başbakanlık Merkez  Bina’daki baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından ortak basın toplantısı  düzenledi.
         Başbakan Erdoğan, başa başa ve heyetler arası görüşmede, iki ülke  arasındaki ilişkilerin gözden geçirildiğini belirterek, ”Lübnan ile ikili  ilişikilerimiz göreve geldiğimiz günden bugüne 219 milyon dolardan yaklaşık 5  kart artarak, 1 milyar dolara yükseldi. Tabii bu hızlı artışın bölgemizdeki  siyasi ve toplumsal çalkantılara rağmen 2012 yılında da mevcut durumunu koruyor”  diye konuştu.
         Lübnan ile tarihi bağlara dayalı bir dayanışma anlayışının mevcut  olduğunu ve Lübnan’ın sıkıntılarının Türkiye’nin sıkıntısı olduğunu ifade eden  Erdoğan, ”Bütün bu gelişmelerin olduğu dönemde de bizler Lübnan’la bu  dayanışmamızı, bu ilişkilerimizi sürekli devam ettirdik ve her geçen gün de  sürekli artan bir ivme ile bu işbirliğimiz bu dayanışmamız devam etmektedir”  değerlendirmesinde bulundu.
         Lübnanlı mevkidaşı Mikati ile görüşmelerinde Suriye’deki kriz başta olmak  üzere bölgedeki son gelişmeleri etraflıca değerlendirme imkanı buldukları ifade  eden Erdoğan, şöyle konuştu:
         ”Zira Suriye ile Lübnan arasındaki ilişkilerinde geçmişi biliyorsunuz.  Çok çok anlamlı bir geçmişe sahiptir ve gerek Lübnan’ın Suriye ile olan sınırı  gerekse bizim Suriye ile olan sınırımız adeta üç ülkenin birbiriyle bir defa  sınır ülkeler olarak, komşu ülkeler olarak, bir farklılık ortaya koymaktadır.  Tabii Lübnan’da barış ve istikrarın muhafazasının taşıdığı önem çok çok önemli ve  Lübnan’ın durumu değerlendirirken bu göz ardı etmek tabii mümkün değildir.
         Bizler Türkiye olarak, Lübnan’da iç barış ve istikrarın  güçlendirilmesinde, Lübnan’ın bağımsızlığına egemenliğine ve toprak bütünlüğüne  büyük önem veriyoruz. Bizim dış politikabağlamında Lübnan’a bakışımız bu.
         Lübnan halkının güven içinde yaşamını sürdürmesi için her türlü katkıyı  sağlamaya hazır olduğumuzda bu vesile ile güçlü bir şekilde vurgulamak isterim.  Suriye konusunda ve diğer bölgesel gelişmeler karşısında Lübnan Hükümeti’nin  yaklaşımı destekliyoruz. Zira bölgemiz hassas bir dönemden geçiyor. Bu hassas  dönemde Lübnan halkının barış içinde bir arada yaşama ilkesi dayalı ortak  kültürünü yaşatmaya devam edeceğine bizim de inancımız tamdır.”
         Görüşmede, Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge konusunun da ele alındığını  belirten Erdoğan, ”Bütün bunlarla birlikte güvenlik noktasında Akdeniz’de  müşterek dayanışma içerisinde kaygı verici bazı adımlara da dikkat edilmesi  gerektiğini de özellikle vurgulama imkanımız oldu. Zira Güney Kıbrıs yönetiminin  hala Akdeniz’deki bazı akıl almaz hayalleri şüphesiz ki bizimde buradaki yaklaşım  tarzımızı çok daha farklı hale getirmektedir. Burada Lübnan’ın hassasiyeti  inanıyorum ki ortak hassasiyetimizin de bir gereğidir. Zira 1960 anlaşmasına  gittiğimizde buradaİngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın ancak güvenlik güçleri  bulundurma noktasında onlara böyle bir yetki veriyor ve Güney Kıbrıs’a orada bir  muhafız ordusu vesaire gibi bir yapılanmaya asla müsaade etmiyor” ifadelerini  kullandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, muvazzaf  subayların yargılanması ile ilgili olarak, yeni bir düzenleme yapmaya ihtiyaç  olmadığını bildirerek, ”Tutuksuz yargılama süreci devam edebilir. Ondan sonra  hükmü verirsiniz. Ondan sonra da hükmün gereği icra edilir. Üçüncü yargı  paketinin bu konuda yeterli olduğuna inanıyorum” dedi.
         Başbakan Erdoğan ve Lübnan Başbakanı Necip Mikati Başbakanlık Merkez  Bina’daki baş başa ve heyetler arası görüşmelerin ardından ortak basın toplantısı  düzenledi.
         Erdoğan, ”Tutuklu askerlerle ilgili rahatsızlığınızı ifade etmiştiniz,  yasal bir düzenlemenin de sinyalini vermiştiniz. O adım atıldı mı?” sorusunu  yanıtlarken, ”Biz bunu 3. Yargı Paketi’nde çözdük diyebilirim. Çünkü burada  bizim derdimiz, yargıya müdahale değil. Bizim itirazımız aslında yargı sürecinin  uzamasına yöneliktir ve tutukluluk süresinin uzun olmasına yöneliktir” dedi.
         3. Yargı Paketi’nde gerekeni yaptıklarına ve adli yargıda üst sınırı  kaldırdıklarına işaret eden Erdoğan, tutuksuz yargılamayı mümkün hale  getirdiklerini söyledi. Erdoğan, şöyle devam etti:
         ”Hele hele bu tür meslek grupları çok da önemli. Çünkü tutuksuz  yargılama süreci içerisinde devletin bu denli önemli olan kurum ve kuruluşları en  azından bu çalışma sürecinde herhangi bir aksama meydana gelmeyecek ve bu çalışma  sürecini de başarıyla sürdürecektir. Tutuklu yargılama için gerekçeli şart  getirmek suretiyle bu ayrıntılı gerekçeli şartı 3. Yargı Paketi’nde ayrıca bunu  getirdik. Buna yönelik olarak da adli kontrol uygulayarak tutuksuz yargılama  zaten mümkün hale geldi. Fakat buna rağmen maalesef işler bu kadar seri hala  yürümüyor. İşlerin bu kadar seri yürümeyişi de bu süreci ciddi manada sıkıntıya  sokuyor. Temenni ederim ki yargı bu süreci daha da hızlandırsın ve bir an önce bu  adımlar atılsın. Zira bunların içerisinde o akşamda söylediğim gibi emekli olan  paşalarımız hepsi bu davetlere uydular, geldiler ifadelerini verdiler.  İfadelerini verdikten sonra da tabii tutuklandılar ama tutuksuz olarak da bunlar  yargılanabilirdi. Muvazzaf olan subaylarımız, astsubaylarımız hepsi yine davet  edildiler ve kendileri gidip ifadelerini verdiler. Ondan sonra da tutuklanarak,  bunlarda tutuksuz yargılama sürecine giren zaten çok az oldu. Büyük bir çoğunluk  ki şu ana kadar herhalde 400’ü buluyor, bunlar şu anda içeride ve hala bu sürece  yönelik de bazı yeni adımlar şu anda planlanıyor. Ben, bu konuda 4. Yargı  Paketi’nde yeni bir düzenlemeye gerek yok ama bu anlayışın değişmesi lazım diye  düşünüyorum ve gerekli düzenlemeler zaten var. Kararı elbette yargı verecektir.  Yargıya bu konuda müdahale etme yetkimiz yok ama bir siyasi sorumluluğun gereği  olarak, ülkeyi yöneten, yasamanın içinde olan ve siyasi sorumluluk taşıyan insan  olarak, bir Başbakan olarak bunu özellikle ifade etmek durumundayım. Çünkü bu  komuta kademesinin içerisinde beraber çalıştığımız arkadaşlarımız var. Onların  durumlarını biliyorum. Bu konudaki hassasiyetlerini biliyorum ve bunu bildiğim  için de diyorum ki bu tutuksuz yargılama süreci devam edebilir. Ondan sonra hükmü
 verirsiniz. Ondan sonra da hükmün gereği icra edilir. Üçüncü Yargı Paketi’nin bu  konuda yeterli olduğuna inanıyorum”
        
”Milletimin şu anda bu sürece bakışı çok çok olumlu”
         Başbakan Erdoğan, ”İmralı sürecine ilişkin, İmralı’yla görüşmelerin bir  benzerinin Erbil’de yapılmasına dair bazı haberler kamuoyuna yansıdı. Bu konuda  siz de ’Bu sorun çözülecekse kiminle görüşülmesi gerekiyorsa görüşülür’  açıklaması yapmıştınız. Öncelikle İmralı dışında Erbil ile de görüşmelerin  sürdürülmesi söz konusu mu” sorusu üzerine, şunları kaydetti:
         ”Kiminle görüşmemiz gerekiyor derken burada tabii bizim birçok bu konuda  bu süreci değerlendirebileceğimiz arkadaşlarımız var. Milli İstihbarat  Teşkilatımız bunun en önemli ayağıdır. Ama karşımızda siyasi muhatap varsa  bununla ilgili de söylemiştim biliyorsunuz, bizim müzakereedebileceğimiz siyasi  muhataplarımız olabilir, bu siyasi muhataplarımız yerli de olur uluslararası da  olur. Uluslararası camiada da Erbil’deki siyasi uzantılar, siyasi muhataplardan  istifade edeceksek, onlarla da bu işi görüşürüz. Nitekim de görüştük,  görüşüyoruz, ben de görüştüm, bakan arkadaşlarım da görüştü. Çünkü onlar Irak  parlamentosunda, Irak’taki eyalet yapılanması içinde yer alan siyasilerdir.  Onlarla da görüşmeleri bugüne kadar yaptık yapıyoruz, bundan sonraki süreçte de  yapabiliriz. Yeter ki bir karara varalım. Şu refah huzur ortamını ülkemizde  yakalayalım ve gördüğüm kadarıyla halkımın, milletimin şu anda bu sürece bakışı
 çok çok olumlu. Yaptırdığım kamuoyu araştırmalarında da bunu görüyorum. Yani  gerek İmralı ile yapılan görüşmeler, gerek halkımızla şu anda yaptığımız ortak  diyalog çalışmaları bu sürecin neolursa olsun bitirilmesi noktasındadır. Tüm  medya mensuplarının da bu konuda verecekleri destek, verdikleri destek bu sürecin  bitirilmesi bakımından önemlidir diye düşünüyorum.”http://www.varaktasarim.com/

continue reading