''Ergenekon'' davasında tanık olarak dinlenilen PKK itirafçısı Şemdin Sakık, terör örgütü PKK'ya katılması, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'a ziyareti ve Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın öldürülmesiyle ilgili açıklamalarda bulundu.
Sakık da 1979'da terör örgütüne sempati duyduğunu, 12 Eylül darbesinden sonra kendi başına dağa çıkmak zorunda kaldığını belirterek, şunları söyledi:
''Yurt dışına çıkmam nedeniyle PKK'ya bizzat katıldım. 1978'deki kuruluşunu, sonradan aldığım eğitim neticesinde öğrendim. O sürece ilişkin bildiklerim PKK'nın bize öğrettikleriyle sınırlıdır. Doğruluğu konusunda kuşkularım vardır. Hem Abdulah Öcalan kendisi ifade etmiştir. Ancak yapılanları, gelişmeleri değerlendirdiğimde, Öcalan'ın kullandığı ifadeler, sarf ettiği sözler değerlendirildiğinde özgücüne dayanmadığını, gerçek bir Kürt hareketi olarak ortaya çıkmadığını örgütten ayrıldıktan yıllar sonra daha iyi anladım.''
Bekaa Vadisi'nde tanık olduklarının, sonraki süreçte yaşanan bazı konuların aydınlatılmasında ''mahkemeye yarayabileceğini umduğunu'' ifade eden Sakık, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in PKK ile ''daha doğrusuAbdullah Öcalan'' ile olan ilişkilerinden sonra, Perinçek'in çekilmesi üzerine Yalçın Küçük ile ilişkilerinin geliştirildiğini anlattı.
Perinçek'in ''gazeteci kimliği ile geldim'' dediğini bildiren Sakık, Perinçek'in Bekaa'yı ziyaretinde ortaya çıkanların dikkati çekici olduğunu vurguladı.
Şemdin Sakık, şöyle devam etti:
''İnsanlarla tokalaşmayı bile otoritesine bir leke olarak gören Öcalan'ın Doğu Perinçek ile öpüşmesi, günlerce baş başa bir odada görüşmesi, sonra onu kitaplaştırıp, yayınlaması gibi bir çalışma oldu. Barış elçisi olarak, kardeşlik elçisi olarak geldiğini söyledi. O güne kadar pos bıyığı, sesi, ifadeleriyle köylü görümünü ile tanınıyor olmasına rağmen Doğu Periçek ile yayınlanan fotoğrafları sayesinde, elinde çiçek, yüzünde gülücük hoş bir önder kişilik olarak kamuoyuna yansıtıldı. Öcalan, bir lider imajıyla sunularak kabul ettirilmeye çalışıldı.''
ÖRGÜTTEN AYRILMA SÜRECİ
Örgütten ayrılmak istediğini, ayrılmanın da ya öldürülme ya da kaçmakla olduğunu belirten Sakık, ''Beni öldürmek istediler. Kaçıp cezaevine girdim. Bir tane bile örgütçü yakalatmadım'' dedi.
Dava sanıklarından Yalçın Küçük'ün kendisine önceden ''kahraman'', şimdi ise ''hain'' dediğini ifade eden Sakık, ''Bir insan 2 gün önce kahraman, sonra nasıl hain olur. Bu insanın yaptığı birşey olmalı. O zaman, silahlı mücadeleyi üst noktaya götürmekti. Silahlı mücadelenin devam etmesini istediği için Abdullah Öcalan'a her zaman kardeşim dedi. Bu yaklaşım halen de devam ediyor'' dedi.
Taraf Gazetesi'ni de eleştiren Sakık, ''Taraf Gazetesi'nin, örgüt bülteni mi yoksa ulusal bir gazete mi o olduğu anlaşılmamaktadır. Öcalan'ın her sözü manşetten veriliyor. 2007'den günümüze kadar süren şiddette her kişinin isminin altında Taraf Gazetesi vardır'' diye konuştu.
Şemdin Sakık, cezaevlerindeki açlık grevlerini de tahlil ettiğini anlatarak, şunları kaydetti:
''Açlık grevlerinin ölüm grevlerine dönüşebileceğini söyledim. PKK şiddetinin bir boyutunu da böyle algılamamız gerekiyor. Elbette inkar edilen hakların bunda rolü var. Ben çıkışıyla ilgili değil, gelişimiyle ilgiliyim. Bu günlere getirilmesinde dış güçlerin, Amerika, komşu ülkeler hep vardı. Bunların rolü kadar solcu geçinen, liberal solcu etiketi takanlar, Altan'lar buna girer. Bunların hepsinin bir biçimde bu şiddetin sürmesinde katkısı vardır. Bunlar benim yorumun değildir.''
rgenekon'' davasında tanık olarak dinlenilen PKK itirafçısı Şemdin Sakık, terör örgütü PKK'ya katılması, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'a ziyareti ve Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın öldürülmesiyle ilgili açıklamalarda bulundu.
BAHTİYAR AYDIN CİNAYETİ
Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın ölümüyle ilgili açıklamalarda bulunan Sakık, şunları anlattı:''1993'te Mumcu cinayetiyle başlayan Bahtiyar Aydın cinayetiyle son bulan, 1994'e de yansıyan cinayetleri ve Türkiye'de yönetimin değiştiğini dile getirmiştim. Bu cinayetlerin bir sahibi olması gerekir. Bahtiyar Aydın cinayetini örgütün üzerine attılar. Lice'de helikopterden iner inmez vuruldu. O zaman Lice yakınlarındaydım. Etrafımız kuşatılmıştı. Adeta bitiş seviyesindeydik. Telsizler vardı. Askerin telsizleri de vardı. Birbirimizi dinler ona göre hareketlerimizi planlardık. Bir anda telsizden 'paşa vuruldu' diye bir anons geçti. Telsizden Lice'deki dağlık grubu aradım. Yapmadıklarını söylediler. Askerin telsizine girerek bizim ilgimizin olmadığını söyledim. Bir tuğgenerali vursak bunu dünyaya yayınlarız. 'Örgütün burada herhangi bir rolü yoktur', dedim. Bu olay üzerine operasyonu sona erdirdiler. Bunun sayesinde ben o zaman kurtuldum. Olay üzerime yıkıldı. Direkt olarak ben sorumlu tutuldum. Bu olay aydınlatılmadı. Birileri cinayet işliyor, birileri de azabını yaşıyor. Paşayı devletin içinde bir ekip vurdu. Şüphem yok. Paşayı devlet vurdu. Hatta duyduğuma göre vuran asker de öldürüldü. Lice'de çatışma süsü verdiler. Paşa'da helikopterine atlayıp gitmek zorunda kaldı. Derin devlet vardır. Kimi 'Ergenekon', kimi 'derin devlet' dedi. Bence ayrımı yok. Öteden beri sol çevreler bütün hayallerini ordu üzerinde kuruyorlar.''
BİNGÖL'DE 33 ASKERİN ŞEHİT EDİLMESİ
''Ergenekon'' davasında tanık olarak dinlenilen PKK itirafçısı Şemdin Sakık, ''Bu olayın (Bingöl'de 1993'te 33 askerin şehit edilmesi) tetikçisi, PKK'dır. Örgüt liderinin 'eylem yapın' talimatına karşın bu askerler tedbirsiz yola çıkarılmıştır. Neden tedbir alınmadı?'' dedi.İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada dinlenilen Şemdin Sakık, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'in, terör örgütü elebaşısı Abdulah Öcalan'ı ziyaretinden sonra militan sayısında patlama olduğunu söyledi.
Çekilmesinden sonra Doğu Perinçek'in yerini ''Ergenekon'' davası sanıklarından Yalçın Küçük'ün doldurduğunu anlatan Sakık, ''Doğu Perinçek'in Abdullah Öcalan ile ilişkisi ne ise Yalçın Küçük'ün ilişkisi daha fazlaydı. Küçük bize, silahlı eğitim veriyordu. İkinci başkanımız mı diye düşünüyorduk. 'Rüzgara tutunmuş adam' başlıklı bir makale yazmıştı. Bu yazı, örgütün güçlendirilmesini ve savaşın kızışmasını isteyen bir yapıdaydı. Abdullah Öcalan bize Yalçın Küçük'ün Türkler için bir şans, örgüt için Allah'ın lütfu olduğunu söylerdi'' şeklinde konuştu.
O dönemlerde Abdullah Öcalan ile konuşmalarında, silahlı mücadelenin bir çıkmaza girdiğini söylediğini aktaran Sakık, bu nedenle ayrı düştüklerini ve örgütten kaçtığını anlattı.
''Aslında 1993'te en büyük darbe oldu. Bu ülke bir değişime uğradı'' diyen Sakık, PKK'nın, silah olarak kullanıldığını savundu. Sakık, ''PKK'nın gerektiğinde Türklere, gerektiğinde ise devlet içindeki dinamiklere yöneltildiğini'' söyledi.33 askerin öldürülmesi
Sakık, Bingöl'de 25 Mayıs 1993'te 33 askerin şehit edilmesine ilişkin şu açıklamalarda bulundu:
''33 asker şehit edildi, direkt üzerime atıldı. Olayı üzerime yığdılar. Devlet, o dönemde Kulp kırsalında olduğumu biliyordu. Ruh halimi bile biliyordu. Benim hakkımda, istihbarat almış, 'Yeşil ile ilgisi var' dediler. O dönem örgüt tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Devlet de bu ateşkesi bozmak için her gün operasyon yapıyordu. Örgüt lideri, 'herkes birbirini korumak için misilleme yapabilir' diye talimat verdi. Öyle karakol basmak, büyük eylem yapmak imkanı yoktu. Kimlik sorma, yol kesme, mayın döşeme gibi eylemler yapıyorduk. Büyük silahlarımız yoktu. Küçük silahlarımız vardı. Askere yol kesme yapıldı. Götürelim mi, vuralım mı, tartışması yapıldı. Güvenlik kuvvetleri olay yerine gidince 2'si öldürülüyor. Ayak üstü karar veriliyor. Kimi öldürülüyor kimini de yanlarında götürüyorlar. Bu olayın tetikçisi, PKK'dır. Örgüt liderinin 'eylem yapın' talimatına karşın bu askerler tedbirsiz yola çıkarılmıştır. Neden tedbir alınmadı? Bu planlanmış bir şeydir. Bu olayda insani olarak sorumluluk kabul ediyorum. Her gün telsizleri dinleyen, nerede ne kadar kişi olduğumuzu bilen, 200 kişi olduğumuzu bilen güvenlik güçleri, bu taburu çıkarırken, eylem yapılacağını bildiği halde neden tedbir almadı?''
Bu sürecin planlama olduğunu ileri süren Sakık, ''Öncesinde Özal, onun öncesinde Cem Ersever, onun öncesinde Eşref Bitlis gitmiştir. Kilit noktaları tutanlar tasfiye edildi. Güçlü bir savaş için bu bahaneyi yaratmaları gerekiyordu. Tek başına 33 asker olsaydı 'kazadır', 'kana susamış timin işidir' derdik. Ama bu zincirin halkasıydı. Türk halkını titretecek eyleme gerek vardı. Savaş talimatı da aynı yıla denk geldi. 1993'te gerçek anlamıyla 12 Eylül'den daha kanlı, daha köklü, daha korkunç bir darbe oldu. Sayı olarak, nitelik olarak da daha kanlıdır. Devletin en kilit noktalarındaki insanlar götürüldü'' diye konuştu.
GAFFAR OKKAN CİNAYETİ
Sakık, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın öldürülmesi olayına değinmek istediğini belirterek, ''Ergenekon davasıyla ne kadar ilgilidir bilmiyorum. Bu ölçüde faili meçhul olarak kalan, gizlenen olayların hepsi birbirine bağlıdır. Bir gücün işidir'' dedi.Yeni yakalandığında, Diyarbakır valisi ve emniyet müdürünün kendilerine hitap eden bir toplantı yaptığını, isteği üzerine dönemin Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ile 5 dakika görüşerek, eşya, yiyecek gibi sorunlarını bildirdiğini anlattı.
Okkan'ın kendisine ilgi göstererek, ''Ülkeye zarar verdin, hizmet de etmelisin'' dediğini ifade eden Sakık, ''Böyle bir sıcak ilişkiyle başlayan, saygı duyduğum insanın ölümü gerçekleşti'' dedi.
Şemdin Sakık, 1994'te Tunceli kırsalındayken militanlar tarafından alınan 2 ormancıdan birini yanına aldığını, aralarında baba-oğul ilişkisi oluştuğunu söyledi.
Sakık, 1998'de örgütten ayrılınca, bu kişinin de 1 yıl sonra Diyarbakır'da yakalanıp itirafçı olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:
''Başvurdum, beni görüştürdüler. Zaman zaman göreve çıkıyordu. Dicle'de bir yüzbaşının yanında kalıyordu. Gaffar Okkan, şehit düşünce ona sordum. Okkan'a yapılan eyleme bakıldığında, dünyanın hiç bir yerinde bu kadar yağdan kıl çekercesine, hedefi yüzde yüz vuran eylem görülmemiştir. 'Bunlar Lübnan'da eğitilen Hizbullah olsa bomba kullanırlar' dedim. 'İran'daki Hizbullah olsa hiç bir zaman sonuca gitmezler' dedim. 'Bu kesinlike Hizbullah işi değil' dedim. Cezaevinde yan koğuşumda Hizbullah lideri kalırdı. Havalandırmadan konuşurduk. 'Bilmiyoruz' diyorlardı. Bunlar bunun çeyreğini bile yapamazlar. PKK'nın bile bu kadar başarılı bir eylemi olmamıştır. Her faili meçhul cinayet, yüzde yüz devlet desteklidir. Gaffar Okkan'a, askeri, siyasi, istihbarat açısından bakarsanız, kesinlikle Hizbullah işi değildir. Bu bölgede, bütün silahlar karışıktır. PKK silahları, ordunun elindedir. Silahlardan çıkan mermiye bakarsanız, tetikçisini bilmek mümkün değildir.''
0 yorum:
Yorum Gönder